“Arap dünyasının farklı yerlerinde rejim karşıtı gösteriler başladıktan hemen sonra, Derâ’dan birkaç çocuk, duvara şu sloganı yazdı: “İcâke’d-dûr yâ duktûr!” Yani “Doktor, senin de sıran geldi.” Kastettikleri Devlet Başkanı Beşşâr Esed’di. O günlerde Tunus ve Mısır cumhurbaşkanları görevlerinden ayrıldığı için, Esed’in de gitmesini umuyorlardı.
Muhâberât [istihbarat], duvar yazısıyla ilgili olarak bazı çocukları tutukladı. Çocukların hayatından endişe ediyorduk. Derâ’yı temsilen, buraların önemli insanlarından bir heyet Vali Âtıf Necîb’e gitti. Necîb, “Çocuklar bende değil. Suveydâ Valisi Suheyr Ramazan’a gidin” deyince, oraya yöneldiler. Vali Ramazan, Derâlıları gayet kaba karşıladı ve onlara şunu söyledi: “Çocuklarınızı unutun. Onlar gitti. Yeni çocuklar yapın. Yapamıyorsanız, benim adamlarım yapar!”
İnsanların onur ve şereflerine kasteden bu ağır cümleler, halkı galeyana getirdi. Suheyr Ramazan’ın yanından çıktıktan sonra, mutlaka bir şeyler yapmak gerektiği konusunda ittifak oluştu. Bana geldiler, “Bizimle misin?” diye sordular. Ben de “Evet, tabii ki sizinleyim” diye cevap verdim.
18 Mart 2011 Cuma günü, Derâ’daki ilk kapsamlı gösteriler, Hamza Abbâs Camii’nde başladı. İnsanlar cuma namazı çıkışında, sloganlarla rejimi protesto ettiler. Kalabalık içinde, ilk tekbir getiren ve rejim güçleri tarafından katledilen kişi Ali Mesâlime oldu. Rejim vurdukça, insanlar daha da bilendiler.
Halk üzerindeki tesirimi bilen Derâ Valisi Âtıf Necîb ve Suveydâ Valisi Suheyr Ramazan, bana adam göndererek, “Gösterileri durdurun” diye talepte bulundu. Ben de ilk önce halkın üzerine ateş açılmaması noktasında bir taahhüt vermeleri gerektiğini söyledim. Bir ilerleme sağlayamadık.
23 Mart 2011 Çarşamba gecesi, imamlık yaptığım Câmiu’l-Umerî’ye geceleyin askerler baskın düzenledi. Yatsıdan sonra, protestocu gençlerden bir kısmı benimle birlikte camideydi. Baskın sırasında İslâm’a ve Müslümanların iman ettiği mukaddesata küfürler yağdırdılar. “Secde edecekseniz Beşşâr’a edin” diyerek, cemaatin üzerine ateş açmaya başladılar. 10 kişi, caminin içinde öldürüldü.
25 Mart 2011 Cuma günü, Derâ’nın kuzeyindeki Sanameyn kasabasında 15 sivilin rejim tarafından katledildiği haberi gelince, Derâ halkı Hâfız Esed’in büstüne saldırarak, yerle yeksân etti. Bu artık, dönülmez bir yola girdiğimizin işareti oldu.
Beşşâr Esed’in yardımcısı Fâruk el Şara, Derâlı bir Sünnîdir. Hadiseler gittikçe büyürken, kendisiyle görüşmek için Şam’a gittim. Durumu anlattım. Faruk el Şara, “Problemi biliyorum, ama bunu ancak devletin en tepesiyle çözebilirsin. Ona git” dedi. Kastettiği Beşşâr Esed’di. Randevu aldım, 14 Nisan 2011 günü Esed’in kendisiyle bizzat görüştüm. Başkanlık Sarayı’ndaki görüşme tam 2,5 saat sürdü. Esed’e Derâ’da yaşananları bütün ayrıntılarıyla anlattım. “Ben bunları bilmiyordum, ilgileneceğim” dedi. Ama yine de bir şey değişmedi. Rejimin halkın üzerine ateş açma ve sıradan halkı gruplar halinde tutuklama uygulaması devam etti.
Câmiu’l-Umerî’deki son hutbemi 22 Nisan 2011 Cuma günü verdim. Üç gün sonra, 25 Nisan’da Derâ rejim tarafından tanklarla kuşatıldı. Aradıkları kişilerden biri de bendim. Mecburen saklandım. Benden intikam almak için, 30 Nisan günü oğlum Usâme’yi öldürdüler. Kısa süre sonra da bir ihbar üzerine beni buldular; sorgulamak üzere Şam’a götürdüler. Sorgu sırasında, diğer iki oğlumu da öldürecekleri tehdidiyle, kısa bir video çektirdiler bana. Her şeyin yoluna gireceğini vb. söylettiler. Sonra beni yeniden Derâ’ya götürüp 7 ay bir evde mecburi ikamete tabi tuttular. Arap Birliği’nden bir resmî heyetin beni ziyareti sonrasında, durumum biraz düzeldi. Sonrasında, muhalif savaşçılar beni kaldığım yerden alarak sınırdan geçirdiler ve Ürdün’ün başkenti Amman’a götürdüler.”
1977’den 2011’e kadar, Derâ’nın simgesi konumundaki tarihî Câmiu’l-Umerî’nin imam-hatipliğini yapan Şeyh Ahmed Sayâsne’nin, Suriye’deki hadiselerin başlangıcına dair tanıklığı böyle. Bölge halkının çok sevdiği Şeyh Sayâsne, bebekliğinde geçirdiği bir rahatsızlık sonucu gözlerini kaybetmiş. Âmâ haliyle sürdürdüğü imamet görevi sırasında, Derâ’da binlerce gencin siyasî ve dinî yönden şuurlanmasına vesile olmuş.
Derâ’da bugünlerde çatışmalar yeniden yoğunlaşmışken, Şeyh Ahmed Sayâsne’nin -Türkçe’de ilk kez bu sütunda yer bulan- anlatımıyla, “Her şey nasıl başlamıştı?” sorusunun cevabını yeniden hatırlayalım istedim. Zayıf hafızalarımız, telkinlere aşırı açık kulaklarımız ve sürekli maniple edilen gündemlerimiz arasında, buna ihtiyaç var diye düşündüm.
“Arap dünyasının farklı yerlerinde rejim karşıtı gösteriler başladıktan hemen sonra, Derâ’dan birkaç çocuk, duvara şu sloganı yazdı: “İcâke’d-dûr yâ duktûr!” Yani “Doktor, senin de sıran geldi.” Kastettikleri Devlet Başkanı Beşşâr Esed’di. O günlerde Tunus ve Mısır cumhurbaşkanları görevlerinden ayrıldığı için, Esed’in de gitmesini umuyorlardı.
Muhâberât [istihbarat], duvar yazısıyla ilgili olarak bazı çocukları tutukladı. Çocukların hayatından endişe ediyorduk. Derâ’yı temsilen, buraların önemli insanlarından bir heyet Vali Âtıf Necîb’e gitti. Necîb, “Çocuklar bende değil. Suveydâ Valisi Suheyr Ramazan’a gidin” deyince, oraya yöneldiler. Vali Ramazan, Derâlıları gayet kaba karşıladı ve onlara şunu söyledi: “Çocuklarınızı unutun. Onlar gitti. Yeni çocuklar yapın. Yapamıyorsanız, benim adamlarım yapar!”
İnsanların onur ve şereflerine kasteden bu ağır cümleler, halkı galeyana getirdi. Suheyr Ramazan’ın yanından çıktıktan sonra, mutlaka bir şeyler yapmak gerektiği konusunda ittifak oluştu. Bana geldiler, “Bizimle misin?” diye sordular. Ben de “Evet, tabii ki sizinleyim” diye cevap verdim.
18 Mart 2011 Cuma günü, Derâ’daki ilk kapsamlı gösteriler, Hamza Abbâs Camii’nde başladı. İnsanlar cuma namazı çıkışında, sloganlarla rejimi protesto ettiler. Kalabalık içinde, ilk tekbir getiren ve rejim güçleri tarafından katledilen kişi Ali Mesâlime oldu. Rejim vurdukça, insanlar daha da bilendiler.
Halk üzerindeki tesirimi bilen Derâ Valisi Âtıf Necîb ve Suveydâ Valisi Suheyr Ramazan, bana adam göndererek, “Gösterileri durdurun” diye talepte bulundu. Ben de ilk önce halkın üzerine ateş açılmaması noktasında bir taahhüt vermeleri gerektiğini söyledim. Bir ilerleme sağlayamadık.
23 Mart 2011 Çarşamba gecesi, imamlık yaptığım Câmiu’l-Umerî’ye geceleyin askerler baskın düzenledi. Yatsıdan sonra, protestocu gençlerden bir kısmı benimle birlikte camideydi. Baskın sırasında İslâm’a ve Müslümanların iman ettiği mukaddesata küfürler yağdırdılar. “Secde edecekseniz Beşşâr’a edin” diyerek, cemaatin üzerine ateş açmaya başladılar. 10 kişi, caminin içinde öldürüldü.
25 Mart 2011 Cuma günü, Derâ’nın kuzeyindeki Sanameyn kasabasında 15 sivilin rejim tarafından katledildiği haberi gelince, Derâ halkı Hâfız Esed’in büstüne saldırarak, yerle yeksân etti. Bu artık, dönülmez bir yola girdiğimizin işareti oldu.
Beşşâr Esed’in yardımcısı Fâruk el Şara, Derâlı bir Sünnîdir. Hadiseler gittikçe büyürken, kendisiyle görüşmek için Şam’a gittim. Durumu anlattım. Faruk el Şara, “Problemi biliyorum, ama bunu ancak devletin en tepesiyle çözebilirsin. Ona git” dedi. Kastettiği Beşşâr Esed’di. Randevu aldım, 14 Nisan 2011 günü Esed’in kendisiyle bizzat görüştüm. Başkanlık Sarayı’ndaki görüşme tam 2,5 saat sürdü. Esed’e Derâ’da yaşananları bütün ayrıntılarıyla anlattım. “Ben bunları bilmiyordum, ilgileneceğim” dedi. Ama yine de bir şey değişmedi. Rejimin halkın üzerine ateş açma ve sıradan halkı gruplar halinde tutuklama uygulaması devam etti.
Câmiu’l-Umerî’deki son hutbemi 22 Nisan 2011 Cuma günü verdim. Üç gün sonra, 25 Nisan’da Derâ rejim tarafından tanklarla kuşatıldı. Aradıkları kişilerden biri de bendim. Mecburen saklandım. Benden intikam almak için, 30 Nisan günü oğlum Usâme’yi öldürdüler. Kısa süre sonra da bir ihbar üzerine beni buldular; sorgulamak üzere Şam’a götürdüler. Sorgu sırasında, diğer iki oğlumu da öldürecekleri tehdidiyle, kısa bir video çektirdiler bana. Her şeyin yoluna gireceğini vb. söylettiler. Sonra beni yeniden Derâ’ya götürüp 7 ay bir evde mecburi ikamete tabi tuttular. Arap Birliği’nden bir resmî heyetin beni ziyareti sonrasında, durumum biraz düzeldi. Sonrasında, muhalif savaşçılar beni kaldığım yerden alarak sınırdan geçirdiler ve Ürdün’ün başkenti Amman’a götürdüler.”
1977’den 2011’e kadar, Derâ’nın simgesi konumundaki tarihî Câmiu’l-Umerî’nin imam-hatipliğini yapan Şeyh Ahmed Sayâsne’nin, Suriye’deki hadiselerin başlangıcına dair tanıklığı böyle. Bölge halkının çok sevdiği Şeyh Sayâsne, bebekliğinde geçirdiği bir rahatsızlık sonucu gözlerini kaybetmiş. Âmâ haliyle sürdürdüğü imamet görevi sırasında, Derâ’da binlerce gencin siyasî ve dinî yönden şuurlanmasına vesile olmuş.
Derâ’da bugünlerde çatışmalar yeniden yoğunlaşmışken, Şeyh Ahmed Sayâsne’nin -Türkçe’de ilk kez bu sütunda yer bulan- anlatımıyla, “Her şey nasıl başlamıştı?” sorusunun cevabını yeniden hatırlayalım istedim. Zayıf hafızalarımız, telkinlere aşırı açık kulaklarımız ve sürekli maniple edilen gündemlerimiz arasında, buna ihtiyaç var diye düşündüm.
Müslüman dünyadan Ramazan notları
Rabin kâbusu
İmam Harun’un hatırasına…
Pretoria’da bir akşam
Joburg postası
IMF’nin eli
İslâm dünyasına nasıl bakmalı?
“İslâm dünyası”na dair…
Şeyh Rosario
“Dünyayı kadınlar yönetsin”
Arap Birliği’nin serüveni
Çerçevenin içi
Bir canpolat
Mustafa Aga ile hasbihal
Kudüs’ü adımlarken…
Asil düşman
Test sahası
Kırım’ın hafızası
Tutkal
Dr. Azzâm’la hasbihal
Çatışmanın kökleri
TMT’ye selâm
Kudüs Muhafızı
Rîf’in aslanı
Ravza’da bir Osmanlı efendisi
Aile siyaseti
Hedefsizlik
Eymen’in mektubu
Tiran’ın mücevheri
Vazifeye odaklanmak
Hafıza kaybı
Kazak raporu
Gırnata’nın düşüşü
Arsız evlat
Câhiliye
Dörtte bir
Balkanların geleceği
Begümlerin kavgası
Beyaz Saray’dan İslâm’a…
Nüfuz daralması
Delhi’de dengeler
İçeriden bakış
Her şey mümkün
Parti bitti
Müftüye darbe
Kudüs, yeniden
Neden şimdi?
Paris-Tahran hattı
Ezberler
“Kriz yok”
Kayıp Müslümanlar
Darbe kültürü
Yeşil Prens
Taciz vesaire
Râvi
Hama Kasabı
Sıla-i rahim
Hive’den Buhara’ya
Terör sarmalı
Nahda’nın krizi
Mareşal
Günah devleti
Aynı yüzler
“Şu ihtiyar…”
Yerli oryantalizm
Tehcir
Taliban ve Çin
İran’ın yeri
Mağrib’de kriz
Sözde filozof
Linç kültürü
“Kukla rejim”
Hint iklimi
Hicret…
Kabir savaşı
Muvakkitler
Bir şahitlik
Yol ayrımı
El Harîka
Şu “Suriyeliler”
“Ülke yanıyor”
Su krizi
Cibrîl’in mirası
Tarihî derinlik
Âmil Hoca’ya rahmetle…
Beş nokta
Hangi Filistin?
Hedefler net
Terfîh
Bir imkânı heba etmek
Hamas ve İran
Kralın sınavı
Kördüğüm
Azzâm’ın öyküsü
67 çocuk
O izin peşinde…
Mukâveme
Biraz dikkat ve özen yeterli
Antisemitizm?
Beş cephe
Kral çıplak
Haber-i vâhid
Asıl tehlike
Bir türbeden daha fazlası
Anlamlı tevafuk
Som altın gibi…
Oruç coğrafyası
Ayşe Banu’nun hatırlattığı…
“Fitne bitti”
Yeni sayfa
Kaçan balıklar
İki tarz
Örtülü başkan
Vicdan
Krizin odağı
Papa’nın tespihi
Yol arkadaşı
Top taçta
Defans hattı
Köprü şahsiyet
İki çocuk
Soğuk temas
Bedri’ye veda
Yemen dramı
Beş kurşun
Dünyanın İncisi
Aile kavgası
İmamın kızı
Yeni yönetim
Zîyezen
Oyunun sonu
İparhan’ın öyküsü
Ulâ Zirvesi
Nebî Mûsâ
Sessiz ve derinden
Hâfız anne
O ev…
Köpük ve posa
Philby’nin hikâyesi
Şiirin gücü
Sahra’nın batısı
Beklenen…
İhvân yok olur mu?
Mehdî’nin vedası
Karikatür
Paris’in imamı
Ömer’in serüveni
Gaz lambası
Başmüzakereci
Rutine dönüş?
Fay hatları
Fisk’in ardından
Dinî diplomasi
İkinci adam
Müftüye bomba
Ceriç nerede?
Geriye bakmak
Sophie’den Meryem’e
Bender’in mesajı
Üç kurşun
Emir’in mirası
Türkiye faktörü
Lawrence’ın evi
Yaşlı kurt
Doha’nın yeri
Mesud’un mirası
Hangi şeriat?
Laik Sudan
Aile içi meseleler
Kiryat Gat
Derin kriz
Sessiz veda
Savaş ve barış
Kaosun tarihi
Normalleşme
Beyaz ülke
Kaplan Timi
Derin çatlak
Son halka
Zor yaz
Karın ağrısı
Dünyanın merkezi
Mavi Yarasa
Aynı acı
Suçları aynı
İlim ve siyaset
Tunus düğümü
Ortak payda
55 bin kare
“Onlar adamdı”
Aynı senaryo
“Hazır ol cenge…”
Levy’ye geçmiş olsun
Hevesler ve kursaklar
Malcolm rüzgârı
Aksâ’da namaz
Katili affetmek
Gannûşî’nin serveti
Hukemâ Meclisi
Dua günü
Prensesin vedası
Kuzenin feryadı
Revaklar kimin?
Mürüvvet ehli nerde?
Sineklik Olayı
Bu böyledir
İlhak hükümeti
Öteki tarih
Baraj kapağı
“Ben bunu neden yaptım?”
Virüslü siyaset
Sakat biyografi
Kanlı elbise
Peçeden maskeye
Orduda virus
Eve dönmek
Virüsle yaşamak
Yorgun savaşçı
İmâra’nın ardından…
Zor barış
Müftüye hapis
Maskaralık
Biblo ülke
Kardeş kavgası
İdlib çağrısı
Dizi fetvası
Tarihî kin