“Ülkeler tarımla mı, yoksa sanayi ile mi kalkınır?” başlığını hemen hepimiz okul yıllarımızda katıldığımız ya da dinleyicisi olduğumuz münazaralardan hatırlarız. Başı sonundan belli ve taraflardan birinin maça 5-0 önde başladığı tartışmalardı bunlar. Tarımı savunan grubun münazarayı kazanması için ekstra bir performans göstermesi gerekirdi; hatta öğretmenler münazaraya belli bir denge getirebilmek için sınıfın çalışkanlarını tarımı savunmak üzere görevlendirirlerdi. Sanayi Devrimi’nden sonra başlayan büyük zihniyet dönüşümünün bizim hayatlarımıza sirayet eden küçük bir fotoğrafıydı bu. Yıllar boyunca, sadece böyle münazaralarda değil, siyasi, ekonomik, bilimsel, kültürel her zeminde başlayan her tartışmanın peşin galibi sanayileşme oldu. Bugün, tarımın da endüstriyel hale getirilmesiyle aksini iddia etmek delice bir çaba, geri kalmış bir zihniyet ya da doğrudan çıkıntılık olarak görülüyor. Sanayi, sanayileşme, endüstri toplumu, sermaye, finans hareketleri, kapitalizm, kalkınma ekonomisi, büyüme hedefleri, tüketim kültürü, rekabet ideolojisi, reklam ve pazarlama, teknoloji yoğunluğu gibi kavramlar aksine söz söylenemeyecek birer tabu! Kısa zamanda yaşadığımız şunca felakete rağmen, gidişatı tartışmaya açacak türden bir tereddüt de yaşanmıyor. ‘Yaraları sarıp yola devam etmek’ bulabildiğimiz tek hal çaresi görünüşe göre...
Oysa yara kangrene dönüşmüşse pansumanın bir faydası olmaz, çürüme yayılarak bütün bedeni yavaş yavaş öldürür. Uzmanlar, zamanın bundan sonrasının böyle yaşanacağını ve afetlerle yaşamaya alışmamız gerektiğini söylüyor. Bu da zihinsel bir pansuman! Yanlışın sürdürülebilirliğini temine çalışmanın kime, ne faydası olacak? Gerçeği kabule yanaşmıyoruz, çünkü geriye dönmek istesek nereye gideceğimizi bilmiyoruz. ‘Kalbin sesi’ne kulak vererek ‘toprağa dönüş’ mümkün mü? Bize ne kadar mümkün değilmiş gibi gelse de, Amentü’ye göre insanın ve hayatın hakikati bunu gerektiriyor. Bunu gerektirdiğine göre her şey mümkün, O ‘ol’ deyince olmayacak bir şey yok.
İnsan bu hakikatle topraktan yaratıldı, anasır-ı erbaa varlığının mütemmim cüzleridir. İnsanı bunlardan ırakta düşünmek, kendi hakikatinden gurbette düşünmek mânasına gelir. İnsan, toprakla, havayla, suyla ünsiyet halinde, iç içe yaşamalı, tabiatın ve tabiatının uzağına düşmemelidir. Düştüyse, düştüğü yerden geri dönüp aslına hicret etmeli, parçalanmışlığını kendisini yeniden ‘bir’leştirecek, tamam kılacak ve öyle tutacak aslî toprağına, vatanına, hakiki yurduna dönerek gidermelidir. Yaşadığımız hayat bizi başka bir istikamete gitmeye zorluyor olsa da, hepimiz içimizde bu sıla hasretini bir sızı olarak taşıyoruz. Çünkü insan uzak düştüğünde vatanını özler, yani hakikatini...
“Amentüye inananlar için ‘toprağa dönüş’ sırat-ı müstakime ulaşmak anlamındadır.
Kapitalizm sadece bir iktisadî sistem değil neredeyse itikadî bir meseledir.
Gücünü ve hakimiyetini öncelikle anasır-ı erbaa’ya saldırarak devşirir. Havayı-toprağı-suyu ve nihayet insanı sömürmektedir. Havayı hava olmaktan, toprağı toprak olmaktan, suyu su olmaktan, insanı insan olmaktan çıkarır” diyor Mustafa Kutlu ‘Kalbin Sesi İle Toprağa Dönüş’ kitabında.
‘Tarım mı, sanayi mi?’ sorusu maksatlı ve yanlış bir soruydu. Bunu sormayı kabullendiğimiz andan itibaren bir tercihe yöneldik ve istikametimizi insanı hakikatinden uzaklaştıracak olan tarafa çevirdik. Şimdi aslımıza ihanet mânasına gelen bu yanlışın bedelini ödüyoruz. Sadece tabiatın değil, insanın ve hayatın da dengesini bozduk. Belli ezberlerimiz olmasa, belki de bizi insan kılan kadim hakikatle irtibatımız tamamen kopmuş olacaktı. Kopmadıysa bunu tutunacak bir umut olarak görmek, bu umuttan yeniden bir hayat, bir insan, bir hissiyat, bir zihniyet yeşertmek zorundayız. Bu kimimize ‘olmayacak bir şey gibi görünüyorsa, tecdid-i insan için belki de en başta bir tecdid-i iman gerekir.
“Ülkeler tarımla mı, yoksa sanayi ile mi kalkınır?” başlığını hemen hepimiz okul yıllarımızda katıldığımız ya da dinleyicisi olduğumuz münazaralardan hatırlarız. Başı sonundan belli ve taraflardan birinin maça 5-0 önde başladığı tartışmalardı bunlar. Tarımı savunan grubun münazarayı kazanması için ekstra bir performans göstermesi gerekirdi; hatta öğretmenler münazaraya belli bir denge getirebilmek için sınıfın çalışkanlarını tarımı savunmak üzere görevlendirirlerdi. Sanayi Devrimi’nden sonra başlayan büyük zihniyet dönüşümünün bizim hayatlarımıza sirayet eden küçük bir fotoğrafıydı bu. Yıllar boyunca, sadece böyle münazaralarda değil, siyasi, ekonomik, bilimsel, kültürel her zeminde başlayan her tartışmanın peşin galibi sanayileşme oldu. Bugün, tarımın da endüstriyel hale getirilmesiyle aksini iddia etmek delice bir çaba, geri kalmış bir zihniyet ya da doğrudan çıkıntılık olarak görülüyor. Sanayi, sanayileşme, endüstri toplumu, sermaye, finans hareketleri, kapitalizm, kalkınma ekonomisi, büyüme hedefleri, tüketim kültürü, rekabet ideolojisi, reklam ve pazarlama, teknoloji yoğunluğu gibi kavramlar aksine söz söylenemeyecek birer tabu! Kısa zamanda yaşadığımız şunca felakete rağmen, gidişatı tartışmaya açacak türden bir tereddüt de yaşanmıyor. ‘Yaraları sarıp yola devam etmek’ bulabildiğimiz tek hal çaresi görünüşe göre...
Oysa yara kangrene dönüşmüşse pansumanın bir faydası olmaz, çürüme yayılarak bütün bedeni yavaş yavaş öldürür. Uzmanlar, zamanın bundan sonrasının böyle yaşanacağını ve afetlerle yaşamaya alışmamız gerektiğini söylüyor. Bu da zihinsel bir pansuman! Yanlışın sürdürülebilirliğini temine çalışmanın kime, ne faydası olacak? Gerçeği kabule yanaşmıyoruz, çünkü geriye dönmek istesek nereye gideceğimizi bilmiyoruz. ‘Kalbin sesi’ne kulak vererek ‘toprağa dönüş’ mümkün mü? Bize ne kadar mümkün değilmiş gibi gelse de, Amentü’ye göre insanın ve hayatın hakikati bunu gerektiriyor. Bunu gerektirdiğine göre her şey mümkün, O ‘ol’ deyince olmayacak bir şey yok.
İnsan bu hakikatle topraktan yaratıldı, anasır-ı erbaa varlığının mütemmim cüzleridir. İnsanı bunlardan ırakta düşünmek, kendi hakikatinden gurbette düşünmek mânasına gelir. İnsan, toprakla, havayla, suyla ünsiyet halinde, iç içe yaşamalı, tabiatın ve tabiatının uzağına düşmemelidir. Düştüyse, düştüğü yerden geri dönüp aslına hicret etmeli, parçalanmışlığını kendisini yeniden ‘bir’leştirecek, tamam kılacak ve öyle tutacak aslî toprağına, vatanına, hakiki yurduna dönerek gidermelidir. Yaşadığımız hayat bizi başka bir istikamete gitmeye zorluyor olsa da, hepimiz içimizde bu sıla hasretini bir sızı olarak taşıyoruz. Çünkü insan uzak düştüğünde vatanını özler, yani hakikatini...
“Amentüye inananlar için ‘toprağa dönüş’ sırat-ı müstakime ulaşmak anlamındadır.
Kapitalizm sadece bir iktisadî sistem değil neredeyse itikadî bir meseledir.
Gücünü ve hakimiyetini öncelikle anasır-ı erbaa’ya saldırarak devşirir. Havayı-toprağı-suyu ve nihayet insanı sömürmektedir. Havayı hava olmaktan, toprağı toprak olmaktan, suyu su olmaktan, insanı insan olmaktan çıkarır” diyor Mustafa Kutlu ‘Kalbin Sesi İle Toprağa Dönüş’ kitabında.
‘Tarım mı, sanayi mi?’ sorusu maksatlı ve yanlış bir soruydu. Bunu sormayı kabullendiğimiz andan itibaren bir tercihe yöneldik ve istikametimizi insanı hakikatinden uzaklaştıracak olan tarafa çevirdik. Şimdi aslımıza ihanet mânasına gelen bu yanlışın bedelini ödüyoruz. Sadece tabiatın değil, insanın ve hayatın da dengesini bozduk. Belli ezberlerimiz olmasa, belki de bizi insan kılan kadim hakikatle irtibatımız tamamen kopmuş olacaktı. Kopmadıysa bunu tutunacak bir umut olarak görmek, bu umuttan yeniden bir hayat, bir insan, bir hissiyat, bir zihniyet yeşertmek zorundayız. Bu kimimize ‘olmayacak bir şey gibi görünüyorsa, tecdid-i insan için belki de en başta bir tecdid-i iman gerekir.
Haymatlos
Geçip gidiyor mu, bizimle kalıyor mu?
Asıl ve asılsızlık
Bülent’e veda
Etiketimizde ne yazıyor?
Yitik güzellikler
Çılgınca akanlar, hiç akmayanlar
İnsana çıkan yol
Orucu giyinmek
Efektli düşünmek
Metaverse evrenine balıklama atlamak...
Dünyada kaç dünya var?
Ceviz Ağacı ve...
Kovaladıkça kaçan
İyi ama neden?
Hayat vurulurken...
Hayat vurulurken...
Hiç kimse görmedi!
Ayılamamak
Bataklıkta çiçek açmaz mı?
Kişilik nakli
Sayısal hayat
Bir adım geriden bakınca...
Atsan atılmaz
Taze sıkılmış insan canı
Sosyal kontrol
Büyük robotizasyon
Yanan ve sonra sönen...
Nefs sözünü sinsice söyler!
Güneşsizken hayat
‘Toplum’u olmayan toplumsal suçlar
Gençleri inciten ne?
Eksik parçalarda yaşamak
Sunî teneffüs
Sabahı ıslatan yağmur
Bir başka hayatın seyircisi
Tek kanatlı kuş
Sözün bittiği yerde insan da bitiyor mu?
Hayatın fiziği ve metafiziği
Akış ve patinaj
Dünyada hayat var mı?
Nasıl bilir, nasıl anlarız?
Mutluluk nerededir?
Buradayken neredeyiz?
Güz düşünceleri
Dönüşümün geri dönüşü var mı?
‘Bekleme odası’
Son münzevi
Yaşamaya mani olan ne?
Kamualem ne diyor, ne yiyor?
İnsanlık krizi
Dalında çürüyen hayat
Sessizliğin sözleri, sözlerin sessizliği
Gidenler
Benzemez kimse sana
Can eğlencesi
Kendini söylemeyen hayatlar
Kahır mektubu
Ayıplarımızı nereye saklıyoruz?
ABD’nin “nükleer füzeler” bilgilendirmesi
Anlatmanın binbir yolu
Bitmeyen şeyler nerede başlar?
Oradan buradan
Büyük katılaşma
Sıçrayıp uyanabilsek...
Ağır sarhoşluk
Erişimi olmayan kelimeler
Suyumuzu bulandıran ne?
Okuduklarımız nereye gider?
Kara delik
Mutsuzluk neye benzer?
Nasıl inceleceğiz?
Statü, racon vesaire...
Neyin kölesiyiz?
Her zihin bir cephe açmalı!
Tecdid-i insan
“Ey kalbi olanlar!”
Bindik bir alamete
Kavrulan kim, yanan neresi?
Yeni tarih
Eşik
Pencerenin camındaki böcek
Bayram okumaları
İnsanın iki ucu
Dünyamızın merkezi nerede?
Un değirmende, elek duvarda
İlgi dilenciliği
Kendini biriktirmeyen insan
Hakikat terk etmez insanı
Kâğıt ve leke
Başlayan bitmez!
Havandaki su
Bindiğimiz dal
Yeni insan, eski giysiler
Hafızanın uzunları ve kısaları
Çıt!
Toplu zehirlenme
Kendimin gerisinde
Gafil pikseller
Duvardaki elekler
Göz ucuyla
Basiret neyi gerektiriyor?
Bayram okumaları
Kötü çok, çünkü iyi az!
İnsanı okuyan kitaplar
Can hatırı
Çerçeveye çarpmadan
Patchwork ve muhayyile
Yama tutmaz sökülmeler
Bant yayın
Çürük tahtalar
Okuma notları
Simülasyona tutunmak
Gördüğüne esir düşen bakışlar
İçimize biriken şeyler
Yeni yazı, eski kağıt
Edebiyat nerede, nasıl?
Yürüme bandından inmek
Yazı yahut yazılım
Belirli belirsizlikler
Bitimsiz tren
Sırrını örten esrar
İnsanın öteki yarısı
Zihniyetin mezar taşı
Yediveren
“Gökyüzü gibi bir şey”
Doğruya nereden gidilir?
Uzun yolun kısası
Anlamın bozuklukları
Değişirken dönüşmek
Anlamın sınırları
Sıfır noktasından uzakta
Kusurdöngü
Bütün hikâyeler yarım
Eksilip gidenler
İnatçı leke
Ne kalır elimizde, ne gider elimizden?
Kırılmalar dünyası
Kaçırılmış bir tren
Kelimeler kimle konuşuyor?
2020 bize neler söyledi?
İçine bakamayan, dışına sızamayan
Rüzgarın muradı
Bu günden bugüne akan
Dostluk filmlerinden hayata ve insana bakmak
Kederi terketmeyelim!
Sahibinden hiç kullanılmamış sözler
Tamamlanamayan
Meyvenin sahibi kim?
Cıvata
Ne kadar sakinim?
Kalabalığın ıssız yeri
Sessiz derinlik
Kendisinin ‘öteki’si
Bir insanı anlamak
Bitirememek ya da hiç başlayamamak
Yangının serin yeri
Durağı kaçırmak
Harcıâlem
Hava almak üzere bir süre çığrından çıkmış yazı
Derinlik korkusu
Duygulara botoks
Hikâyesine uğramayan insanlar
Film nerede biter?
Hatırlamaya değecek mi yaşadıklarımız?
İlgilerin döngüleşmesi
İndirimin sindirimi
İnsanın çekirdeği
Plağın üstündeki sinek
Tuş sesleri, vızıltılar...
Gözün özü görmediği yer
Yalanı yaşamak
Can hukuku
Aynı cümlenin içinde
Hayatı kemirirken
Kim bilir ne kadarız?
Yenilmezlik vehmi ve yenilginin ilmi
Açlık ve şişkinlik
Seyrini kaybeden sefer
Durakta kalmak
Kendi hevesinin oyuncağı olmak
Okuma notları
Hafifleyememek
Anlamı didikleyen sesler
Boş kalan çerçeveler
Tanıdık gelen yabancı
Bu cızırtı nereden?
TRT ve YTB’den altın değerinde fırsatlar
Sürümden kaybetmek
Meke Gölü’nü de unutacak mıyız?
Zevkleri dert edindim
Yürümek ya da yürüyememek
Her avuntu boş değildir
Anlamın ikamesi
Kör uykularda derin uyanışlar
Düğümlerimiz hakkında
Mezarlıkta Islık!..
Kolaylar neden kolay?
Dalgaların konuşamadığı insanlar
Rüzgarda ya da rüzgar yokken...
Geri dönmek ya da dönmemek
Ne ektik, ne biçiyoruz?
Sevgi kalbin aldığı nefestir
Derin histeri
Savrulmanın neresinden dönülür?
Peşimizi bırakmayan inatçı iniltiler
Soruların en zoru
Bir nevi itikaf
Kelimenin sonsuz evreni
Seken bir taş
Kara değirmen
Zaman duraksadığında hayat genişler
Dışarıdaki bahar
Hayır olsun inşallah!
Eski hayatımıza dönmek
Parçalanmış aynalar
Bana listeni söyle!
Kendiyle kalma korkusu
Evde tek başına
Ters giden şeyler
Ragıp ağabey...
Anlam yetmezliği
Taşı kum eden
Üç değini
Düşünde düş gören düş
İnsandan sonra
Nomofobi ve diğer arızalar