Suriye bölgesinde Memlûk hâkimiyetini tam anlamıyla tesis eden Sultan Mansûr Kalâvun, Haçlıların elindeki şehir ve kalelere yönelik sürekli seferleri kapsamında, 1289’un baharında Akdeniz kıyısındaki müstahkem Trablusşam Kontluğu’nu (günümüzde Lübnan sınırları içinde) ortadan kaldırmıştı. Muzaffer bir komutan olarak Trablus’a giren Kalâvun, zaferinin simgesi bir ulu cami inşa ettirmek istedi. Caminin idaresini kendisine teslim edeceği kişiyi de Mısır’dan gelirken yanında getirmişti: Şeyh Muhammed Mîkâtî. İslâmî ilimlerdeki yetkinliğinin yanında, Şeyh Muhammed’in bir özelliği de namaz vakitlerini belirleme ve güneşle ayın hareketlerini izleyerek dinî gün ve geceleri tespit etmedeki olağanüstü bilgisiydi. İsminin sonundaki unvan da zaten buna işaret ediyordu. “Mîkâtî” kelimesi, “vakti belirleyen ve tespit eden” demekti. Osmanlı kültüründe bu kelime “muvakkit”e dönüşecekti.
Tam ismiyle El Mescidu’l-Mansûrî el Kebîr’in inşaatı bütün hızıyla devam ederken, Mansûr Kalâvun, 10 Kasım 1290’da ani bir şekilde vefat etti. Adını taşıyan ve bugün de Trablus’un simgesi olan ulu cami 1294’te ibadete açıldığında, Şeyh Muhammed Mîkâtî hem baş imam hem de muvakkit olarak vazifeye başladı. Caminin bünyesindeki medresede Şâfiî mezhebi usulünce başlatılan eğitim programının sorumlusu da yine Şeyh Efendi idi.
Baş imamlık ve muvakkitlik görevi, sonraki asırlar boyunca, sürekli olarak Şeyh Muhammed Mîkâtî’nin soyundan gelen âlim ve fâzıl zatların uhdesinde kaldı. 1516’da şehrin yeni hâkimi olan Osmanlılar, bu statükoyu değiştirmediler; sadece camiye bir de Hanefî imam tayin ettiler. Medresedeki program da aynı şekilde Hanefî mezhebi müfredatıyla zenginleştirildi.
Osmanlı asırlarında da, Mîkâtî ailesi, resmî ve gayrı resmî konumlarda Trablus’un dinî hayatında hep ön plandaydı. 1642’de muvakkitliği üstlenen Şeyh Mustafa Abdulhay Mîkâtî, 1700’de göreve gelen Şeyh İbrahim Mîkâtî, fıkıh âlimi Şeyh Muhammed Raşîd Mîkâtî (1783-1865), şair ve fakih Şeyh Abdulkâdir Mîkâtî (1829-1883), Şeyh Kâzım Mîkâtî (1955’te Trablus Müftüsü) ve kurduğu İslâmî Islah Cemiyeti vasıtasıyla Lübnan çapında çok sayıda önemli faaliyete imza atan Şeyh Muhammed Raşîd Mîkâtî (v. 2020), kayıtlara geçmiş isimlerden bazıları. Caminin muvakkitlik vazifesi, bugün hâlâ resmen Mîkâtîlerde. Teknolojideki gelişmeler muvakkitlik kurumunu fiilen işlevsiz hale getirse de, bir tür “sembolik şeref kürsüsü” gibi…
Bazı fertleri sanat, edebiyat, tıp ve diğer alanlarda da boy gösteren Mîkâtî ailesinin uzak durduğu tek saha vardı: Siyaset. 1998’in sonunda, bu gelenek de bozuldu. Ailenin Beyrut Amerikan Üniversitesi mezunu, 43 yaşındaki iş adamı üyesi Necîb Mîkâtî, ulaştırma bakanı sıfatıyla Lübnan hükümetine dâhil oldu. Ağabeyi Taha Mîkâtî ile birlikte 1980’lerden beri telekomünikasyon, ulaşım, inşaat ve gayrimenkul işleri yapan Necîb Mîkâtî, 2000 yılında Trablus’tan milletvekili seçildi. 2005’teki birkaç aylık geçici başbakanlığının ardından, 2011’den 2014’e kadar Lübnan Başbakanlığı yapan Mîkâtî’nin istifa gerekçesi “Suriye yanlılarıyla Suriye karşıtları arasında sıkışıp kalmış olmak”tı. Mîkâtî, Hizbullah’ın baskısıyla ve kabinesindeki 10 bakanın hep birlikte istifası sonucu hükümeti düşürülen Saad Hariri’nin yerine Başbakan olmuştu. Suriye’deki çatışmaların gittikçe yoğunlaşmasının iç siyasete yansımaları, mülteci akınının göğüslenmesi, Hizbullah’ın Suriye topraklarına savaşçı transferine göz yummak durumunda kalmak ve kabindeki bakanların aldığı siyasî tavırların birbiriyle uyuşmaması gibi pek çok sorun, Mîkâtî hükümetini iş yapamaz hale getirmişti.
Necîb Mikâtî, garip bir tesadüf eseri, tekrar Saad Hariri’nin bıraktığı boşluğu doldurmak üzere, geçtiğimiz hafta Lübnan’ın yeni hükümetini kurmakla görevlendirildi. İran, Suudi Arabistan ve Fransa üçlüsüyle Hizbullah’ın tasallutu altında bulunan, ekonomisi iflas etmiş, kurumları çalışamaz duruma gelmiş bir ülkede, 3 milyar dolara yakın servetiyle “Lübnan’ın en zengin adamı”, bir hükümet kurmayı başarabilecek mi, göreceğiz. Ancak kendisinin de ifade ettiği gibi, işi hiç de kolay değil.
Muvakkitlik görevi için Kahire’den Trablusşam’a taşınan bir dedenin torunu, Lübnan gibi Ortadoğu’nun en zor ve karmaşık ülkesinde, siyasetin kurtlar sofrasında bir ortak payda aramaya soyunuyor bugün. Çelişen siyasî menfaatleri uzlaştırmak ve politik dengeleri ayarlamak, namaz vakitlerini ayarlamak kadar basit olsa keşke.
Suriye bölgesinde Memlûk hâkimiyetini tam anlamıyla tesis eden Sultan Mansûr Kalâvun, Haçlıların elindeki şehir ve kalelere yönelik sürekli seferleri kapsamında, 1289’un baharında Akdeniz kıyısındaki müstahkem Trablusşam Kontluğu’nu (günümüzde Lübnan sınırları içinde) ortadan kaldırmıştı. Muzaffer bir komutan olarak Trablus’a giren Kalâvun, zaferinin simgesi bir ulu cami inşa ettirmek istedi. Caminin idaresini kendisine teslim edeceği kişiyi de Mısır’dan gelirken yanında getirmişti: Şeyh Muhammed Mîkâtî. İslâmî ilimlerdeki yetkinliğinin yanında, Şeyh Muhammed’in bir özelliği de namaz vakitlerini belirleme ve güneşle ayın hareketlerini izleyerek dinî gün ve geceleri tespit etmedeki olağanüstü bilgisiydi. İsminin sonundaki unvan da zaten buna işaret ediyordu. “Mîkâtî” kelimesi, “vakti belirleyen ve tespit eden” demekti. Osmanlı kültüründe bu kelime “muvakkit”e dönüşecekti.
Tam ismiyle El Mescidu’l-Mansûrî el Kebîr’in inşaatı bütün hızıyla devam ederken, Mansûr Kalâvun, 10 Kasım 1290’da ani bir şekilde vefat etti. Adını taşıyan ve bugün de Trablus’un simgesi olan ulu cami 1294’te ibadete açıldığında, Şeyh Muhammed Mîkâtî hem baş imam hem de muvakkit olarak vazifeye başladı. Caminin bünyesindeki medresede Şâfiî mezhebi usulünce başlatılan eğitim programının sorumlusu da yine Şeyh Efendi idi.
Baş imamlık ve muvakkitlik görevi, sonraki asırlar boyunca, sürekli olarak Şeyh Muhammed Mîkâtî’nin soyundan gelen âlim ve fâzıl zatların uhdesinde kaldı. 1516’da şehrin yeni hâkimi olan Osmanlılar, bu statükoyu değiştirmediler; sadece camiye bir de Hanefî imam tayin ettiler. Medresedeki program da aynı şekilde Hanefî mezhebi müfredatıyla zenginleştirildi.
Osmanlı asırlarında da, Mîkâtî ailesi, resmî ve gayrı resmî konumlarda Trablus’un dinî hayatında hep ön plandaydı. 1642’de muvakkitliği üstlenen Şeyh Mustafa Abdulhay Mîkâtî, 1700’de göreve gelen Şeyh İbrahim Mîkâtî, fıkıh âlimi Şeyh Muhammed Raşîd Mîkâtî (1783-1865), şair ve fakih Şeyh Abdulkâdir Mîkâtî (1829-1883), Şeyh Kâzım Mîkâtî (1955’te Trablus Müftüsü) ve kurduğu İslâmî Islah Cemiyeti vasıtasıyla Lübnan çapında çok sayıda önemli faaliyete imza atan Şeyh Muhammed Raşîd Mîkâtî (v. 2020), kayıtlara geçmiş isimlerden bazıları. Caminin muvakkitlik vazifesi, bugün hâlâ resmen Mîkâtîlerde. Teknolojideki gelişmeler muvakkitlik kurumunu fiilen işlevsiz hale getirse de, bir tür “sembolik şeref kürsüsü” gibi…
Bazı fertleri sanat, edebiyat, tıp ve diğer alanlarda da boy gösteren Mîkâtî ailesinin uzak durduğu tek saha vardı: Siyaset. 1998’in sonunda, bu gelenek de bozuldu. Ailenin Beyrut Amerikan Üniversitesi mezunu, 43 yaşındaki iş adamı üyesi Necîb Mîkâtî, ulaştırma bakanı sıfatıyla Lübnan hükümetine dâhil oldu. Ağabeyi Taha Mîkâtî ile birlikte 1980’lerden beri telekomünikasyon, ulaşım, inşaat ve gayrimenkul işleri yapan Necîb Mîkâtî, 2000 yılında Trablus’tan milletvekili seçildi. 2005’teki birkaç aylık geçici başbakanlığının ardından, 2011’den 2014’e kadar Lübnan Başbakanlığı yapan Mîkâtî’nin istifa gerekçesi “Suriye yanlılarıyla Suriye karşıtları arasında sıkışıp kalmış olmak”tı. Mîkâtî, Hizbullah’ın baskısıyla ve kabinesindeki 10 bakanın hep birlikte istifası sonucu hükümeti düşürülen Saad Hariri’nin yerine Başbakan olmuştu. Suriye’deki çatışmaların gittikçe yoğunlaşmasının iç siyasete yansımaları, mülteci akınının göğüslenmesi, Hizbullah’ın Suriye topraklarına savaşçı transferine göz yummak durumunda kalmak ve kabindeki bakanların aldığı siyasî tavırların birbiriyle uyuşmaması gibi pek çok sorun, Mîkâtî hükümetini iş yapamaz hale getirmişti.
Necîb Mikâtî, garip bir tesadüf eseri, tekrar Saad Hariri’nin bıraktığı boşluğu doldurmak üzere, geçtiğimiz hafta Lübnan’ın yeni hükümetini kurmakla görevlendirildi. İran, Suudi Arabistan ve Fransa üçlüsüyle Hizbullah’ın tasallutu altında bulunan, ekonomisi iflas etmiş, kurumları çalışamaz duruma gelmiş bir ülkede, 3 milyar dolara yakın servetiyle “Lübnan’ın en zengin adamı”, bir hükümet kurmayı başarabilecek mi, göreceğiz. Ancak kendisinin de ifade ettiği gibi, işi hiç de kolay değil.
Muvakkitlik görevi için Kahire’den Trablusşam’a taşınan bir dedenin torunu, Lübnan gibi Ortadoğu’nun en zor ve karmaşık ülkesinde, siyasetin kurtlar sofrasında bir ortak payda aramaya soyunuyor bugün. Çelişen siyasî menfaatleri uzlaştırmak ve politik dengeleri ayarlamak, namaz vakitlerini ayarlamak kadar basit olsa keşke.
Yeni aritmetik
Müslüman dünyadan Ramazan notları
Rabin kâbusu
İmam Harun’un hatırasına…
Pretoria’da bir akşam
Joburg postası
IMF’nin eli
İslâm dünyasına nasıl bakmalı?
“İslâm dünyası”na dair…
Şeyh Rosario
“Dünyayı kadınlar yönetsin”
Arap Birliği’nin serüveni
Çerçevenin içi
Bir canpolat
Mustafa Aga ile hasbihal
Kudüs’ü adımlarken…
Asil düşman
Test sahası
Kırım’ın hafızası
Tutkal
Dr. Azzâm’la hasbihal
Çatışmanın kökleri
TMT’ye selâm
Kudüs Muhafızı
Rîf’in aslanı
Ravza’da bir Osmanlı efendisi
Aile siyaseti
Hedefsizlik
Eymen’in mektubu
Tiran’ın mücevheri
Vazifeye odaklanmak
Hafıza kaybı
Kazak raporu
Gırnata’nın düşüşü
Arsız evlat
Câhiliye
Dörtte bir
Balkanların geleceği
Begümlerin kavgası
Beyaz Saray’dan İslâm’a…
Nüfuz daralması
Delhi’de dengeler
İçeriden bakış
Her şey mümkün
Parti bitti
Müftüye darbe
Kudüs, yeniden
Neden şimdi?
Paris-Tahran hattı
Ezberler
“Kriz yok”
Kayıp Müslümanlar
Darbe kültürü
Yeşil Prens
Taciz vesaire
Râvi
Hama Kasabı
Sıla-i rahim
Hive’den Buhara’ya
Terör sarmalı
Nahda’nın krizi
Mareşal
Günah devleti
Aynı yüzler
“Şu ihtiyar…”
Yerli oryantalizm
Tehcir
Taliban ve Çin
İran’ın yeri
Mağrib’de kriz
Sözde filozof
Linç kültürü
“Kukla rejim”
Hint iklimi
Hicret…
Kabir savaşı
Muvakkitler
Bir şahitlik
Yol ayrımı
El Harîka
Şu “Suriyeliler”
“Ülke yanıyor”
Su krizi
Cibrîl’in mirası
Tarihî derinlik
Âmil Hoca’ya rahmetle…
Beş nokta
Hangi Filistin?
Hedefler net
Terfîh
Bir imkânı heba etmek
Hamas ve İran
Kralın sınavı
Kördüğüm
Azzâm’ın öyküsü
67 çocuk
O izin peşinde…
Mukâveme
Biraz dikkat ve özen yeterli
Antisemitizm?
Beş cephe
Kral çıplak
Haber-i vâhid
Asıl tehlike
Bir türbeden daha fazlası
Anlamlı tevafuk
Som altın gibi…
Oruç coğrafyası
Ayşe Banu’nun hatırlattığı…
“Fitne bitti”
Yeni sayfa
Kaçan balıklar
İki tarz
Örtülü başkan
Vicdan
Krizin odağı
Papa’nın tespihi
Yol arkadaşı
Top taçta
Defans hattı
Köprü şahsiyet
İki çocuk
Soğuk temas
Bedri’ye veda
Yemen dramı
Beş kurşun
Dünyanın İncisi
Aile kavgası
İmamın kızı
Yeni yönetim
Zîyezen
Oyunun sonu
İparhan’ın öyküsü
Ulâ Zirvesi
Nebî Mûsâ
Sessiz ve derinden
Hâfız anne
O ev…
Köpük ve posa
Philby’nin hikâyesi
Şiirin gücü
Sahra’nın batısı
Beklenen…
İhvân yok olur mu?
Mehdî’nin vedası
Karikatür
Paris’in imamı
Ömer’in serüveni
Gaz lambası
Başmüzakereci
Rutine dönüş?
Fay hatları
Fisk’in ardından
Dinî diplomasi
İkinci adam
Müftüye bomba
Ceriç nerede?
Geriye bakmak
Sophie’den Meryem’e
Bender’in mesajı
Üç kurşun
Emir’in mirası
Türkiye faktörü
Lawrence’ın evi
Yaşlı kurt
Doha’nın yeri
Mesud’un mirası
Hangi şeriat?
Laik Sudan
Aile içi meseleler
Kiryat Gat
Derin kriz
Sessiz veda
Savaş ve barış
Kaosun tarihi
Normalleşme
Beyaz ülke
Kaplan Timi
Derin çatlak
Son halka
Zor yaz
Karın ağrısı
Dünyanın merkezi
Mavi Yarasa
Aynı acı
Suçları aynı
İlim ve siyaset
Tunus düğümü
Ortak payda
55 bin kare
“Onlar adamdı”
Aynı senaryo
“Hazır ol cenge…”
Levy’ye geçmiş olsun
Hevesler ve kursaklar
Malcolm rüzgârı
Aksâ’da namaz
Katili affetmek
Gannûşî’nin serveti
Hukemâ Meclisi
Dua günü
Prensesin vedası
Kuzenin feryadı
Revaklar kimin?
Mürüvvet ehli nerde?
Sineklik Olayı
Bu böyledir
İlhak hükümeti
Öteki tarih
Baraj kapağı
“Ben bunu neden yaptım?”
Virüslü siyaset
Sakat biyografi
Kanlı elbise
Peçeden maskeye
Orduda virus
Eve dönmek
Virüsle yaşamak
Yorgun savaşçı
İmâra’nın ardından…
Zor barış
Müftüye hapis
Maskaralık
Biblo ülke
Kardeş kavgası
İdlib çağrısı
Dizi fetvası
Tarihî kin