Şam surlarının batı yönündeki tarihî çıkışı olan Bâb el Câbiyye, Midhat Paşa Çarşısı’nın başlangıç noktasına çok yakındır. Kapıdan kuzey istikametine doğru devam ettiğinizde, sağlı-sollu Osmanlı eserleri sizi selâmlar. Şamlıların “Sinâniye” dediği Sinan Paşa Camii ve onun karşı yakasındaki Derviş Paşa Camii, bunlardan yalnızca ikisidir. Suriye’nin başkentinin en merkezî noktasında, bugün hâlâ Osmanlı paşalarına atıf yapmadan adres tarif etmeniz mümkün değildir.
Eski Şam’ın (Dimaşk el Kadîme) sur içinde, Derviş Paşa Camii’ne bakan taraftaki küçük mahalle, olağanüstü düzenli planıyla, tek örnek evleriyle ve muntazam caddeleriyle dikkat çeker. Şam gibi, yüzlerce yıldır evlerin üst üste ve sırt sırta inşa edildiği bir şehirde, bu durum hiç doğal değildir. Gerçekten de, görenleri hayrete düşüren bu intizamın arkasında, olağan dışı ve trajik bir öykü vardır:
1920’nin yaz aylarından itibaren Suriye’yi manda yönetimi altına alan Fransa, yerel halkın direnişiyle karşılaşmıştı. Önce küçük protestolarla başlayan tepkiler kısa zaman içinde sivil itaatsizliğe, ardından da kapsamlı bir halk ayaklanmasına dönüştü. 1925-27 arasında en şiddetli halini alan bu ayaklanma, ülke tarihinde “Büyük Suriye Devrimi” olarak bilinir.
Özellikle Şam ve çevresinde geniş taban bulan Fransız mandası karşıtı hareketin nirengi noktalarından biri başkentin Gûta bölgesiydi. Ebû Muhammed Hasan Harrât adlı devrimcinin liderliğinde organize olan ve kritik Fransız hedeflerine çeşitli saldırılar başlatan Şamlılar, 18 Ekim 1925 günü sabah erkenden, büyük bir operasyona imza attı. Harrât ve 400 kadar adamı, sur içinde Emevî Camii’nin hemen güneyinde bulunan ve manda idaresi tarafından karargâha dönüştürülen Azm Sarayı’na baskın düzenledi. Operasyon o kadar gizli planlanmış ve öylesine hızlı uygulanmıştı ki, burada ikamet eden Fransız vali General Maurice Sarrail (1856-1929) canını güçlükle kurtarabilmişti.
Takviye birliklerin yardıma gelmesiyle durumu kontrol altına alan Sarrail, Şam’ın merkezini ve devrimcilere destek olan halkı cezalandırmaya karar verdi. Sonraki iki gün ve gece boyunca Eski Şehir bombardımana tutuldu. Derviş Paşa Camii’nin karşısındaki o mahalle -burada medfun bulunan bir zattan ötürü adı “Şeyh el Amûd” idi- Şam Kalesi’nden ateşlenen topların çıkardığı dehşetli bir yangınla birkaç saat içinde harabeye döndü. Yüzlerce ev, tarihî konaklar, çarşılar, dükkânlar, camiler, medreseler, hatta Şeyh el Amûd’un türbesi bile kül oldu. 1500’e yakın insanın alevler arasında can verdiği vahşetin ardından, Paris hükümeti General Sarrail’yi görevden almak durumunda kaldı.
Sonraki yıllarda, Midhat Paşa Çarşısı’nın hemen kuzeyine düşen mahalle sıfırdan inşa edildi. Planlaması dikkatle ve özenle yapıldı. Dört-beş katlı şirin binaların orta yerine bir meydan yerleştirildi. Ve Fransızların Şam’ın tarihine ve kültürüne yaptıkları bu affedilmez kötülük nesiller boyunca hatırlansın diye, yeni mahalleye çarpıcı bir isim verildi: El Harîka. Bu kelime Arapça’da “kontrol altına alınamayan çok büyük yangın” anlamına geliyordu.
Suriye halkına acıdan başka bir şey getirmeyen Fransız mandası 1946’da nihayete erdikten sonra da “El Harîka” süreçleri devam etti. Arka arkaya askerî darbeler, sürekli suiistimaller ve hak ihlalleri, halkın yerleşik kültür ve inancıyla savaş ideolojiler, yolsuz hükümetler, her alanda çuvallayan siyasî hareketler… 1964’te ve 1982’de Hama şehrinde 18 yıl arayla tekrarlanan halk ayaklanmaları, işte tüm bu problemlerin üst üste yığılmasının infilaklarıydı. Suriye devlet aklı, ayaklanmaları bombayla susturmayı seçerek, Fransız mandacıların yaptığını yaptı. Oysa şikâyet konuları yok olmamıştı, sadece şikâyet edenler sindirilmişti.
2011’de barışçıl protesto gösterileriyle başlayan, ancak rejimin sivillerin üzerine ateş açmasıyla çatışma sürecine evrilen halk ayaklanmasında, merkez noktalardan biri yine Şam’ın Gûta bölgesiydi. 1925’te Fransızlar tarafından bastırılan isyan, tekrar aynı yerden uç vermişti. Bu tecrübenin gösterdiği bir şey vardı: Kapsamlı ve uzun soluklu tedavi gerektiren cılk yaralar, basit pansumanlarla kapanmıyordu.
Suriye’de düzenlenen “cumhurbaşkanlığı seçimi” tiyatrosunu ve sonrasında bizim ülkemizdeki bazı kesimlerin de aktif biçimde dâhil olduğu mülteci tartışmalarını izlerken, şunu hatırlatmayı görev biliyorum doğrusu: Halkın meşru talepleri tepeden bomba yağdırarak belki susturulabilir, ama yok edilemez. Suriye, belli bir zaman sonra yeniden infilak edecektir.
Şam surlarının batı yönündeki tarihî çıkışı olan Bâb el Câbiyye, Midhat Paşa Çarşısı’nın başlangıç noktasına çok yakındır. Kapıdan kuzey istikametine doğru devam ettiğinizde, sağlı-sollu Osmanlı eserleri sizi selâmlar. Şamlıların “Sinâniye” dediği Sinan Paşa Camii ve onun karşı yakasındaki Derviş Paşa Camii, bunlardan yalnızca ikisidir. Suriye’nin başkentinin en merkezî noktasında, bugün hâlâ Osmanlı paşalarına atıf yapmadan adres tarif etmeniz mümkün değildir.
Eski Şam’ın (Dimaşk el Kadîme) sur içinde, Derviş Paşa Camii’ne bakan taraftaki küçük mahalle, olağanüstü düzenli planıyla, tek örnek evleriyle ve muntazam caddeleriyle dikkat çeker. Şam gibi, yüzlerce yıldır evlerin üst üste ve sırt sırta inşa edildiği bir şehirde, bu durum hiç doğal değildir. Gerçekten de, görenleri hayrete düşüren bu intizamın arkasında, olağan dışı ve trajik bir öykü vardır:
1920’nin yaz aylarından itibaren Suriye’yi manda yönetimi altına alan Fransa, yerel halkın direnişiyle karşılaşmıştı. Önce küçük protestolarla başlayan tepkiler kısa zaman içinde sivil itaatsizliğe, ardından da kapsamlı bir halk ayaklanmasına dönüştü. 1925-27 arasında en şiddetli halini alan bu ayaklanma, ülke tarihinde “Büyük Suriye Devrimi” olarak bilinir.
Özellikle Şam ve çevresinde geniş taban bulan Fransız mandası karşıtı hareketin nirengi noktalarından biri başkentin Gûta bölgesiydi. Ebû Muhammed Hasan Harrât adlı devrimcinin liderliğinde organize olan ve kritik Fransız hedeflerine çeşitli saldırılar başlatan Şamlılar, 18 Ekim 1925 günü sabah erkenden, büyük bir operasyona imza attı. Harrât ve 400 kadar adamı, sur içinde Emevî Camii’nin hemen güneyinde bulunan ve manda idaresi tarafından karargâha dönüştürülen Azm Sarayı’na baskın düzenledi. Operasyon o kadar gizli planlanmış ve öylesine hızlı uygulanmıştı ki, burada ikamet eden Fransız vali General Maurice Sarrail (1856-1929) canını güçlükle kurtarabilmişti.
Takviye birliklerin yardıma gelmesiyle durumu kontrol altına alan Sarrail, Şam’ın merkezini ve devrimcilere destek olan halkı cezalandırmaya karar verdi. Sonraki iki gün ve gece boyunca Eski Şehir bombardımana tutuldu. Derviş Paşa Camii’nin karşısındaki o mahalle -burada medfun bulunan bir zattan ötürü adı “Şeyh el Amûd” idi- Şam Kalesi’nden ateşlenen topların çıkardığı dehşetli bir yangınla birkaç saat içinde harabeye döndü. Yüzlerce ev, tarihî konaklar, çarşılar, dükkânlar, camiler, medreseler, hatta Şeyh el Amûd’un türbesi bile kül oldu. 1500’e yakın insanın alevler arasında can verdiği vahşetin ardından, Paris hükümeti General Sarrail’yi görevden almak durumunda kaldı.
Sonraki yıllarda, Midhat Paşa Çarşısı’nın hemen kuzeyine düşen mahalle sıfırdan inşa edildi. Planlaması dikkatle ve özenle yapıldı. Dört-beş katlı şirin binaların orta yerine bir meydan yerleştirildi. Ve Fransızların Şam’ın tarihine ve kültürüne yaptıkları bu affedilmez kötülük nesiller boyunca hatırlansın diye, yeni mahalleye çarpıcı bir isim verildi: El Harîka. Bu kelime Arapça’da “kontrol altına alınamayan çok büyük yangın” anlamına geliyordu.
Suriye halkına acıdan başka bir şey getirmeyen Fransız mandası 1946’da nihayete erdikten sonra da “El Harîka” süreçleri devam etti. Arka arkaya askerî darbeler, sürekli suiistimaller ve hak ihlalleri, halkın yerleşik kültür ve inancıyla savaş ideolojiler, yolsuz hükümetler, her alanda çuvallayan siyasî hareketler… 1964’te ve 1982’de Hama şehrinde 18 yıl arayla tekrarlanan halk ayaklanmaları, işte tüm bu problemlerin üst üste yığılmasının infilaklarıydı. Suriye devlet aklı, ayaklanmaları bombayla susturmayı seçerek, Fransız mandacıların yaptığını yaptı. Oysa şikâyet konuları yok olmamıştı, sadece şikâyet edenler sindirilmişti.
2011’de barışçıl protesto gösterileriyle başlayan, ancak rejimin sivillerin üzerine ateş açmasıyla çatışma sürecine evrilen halk ayaklanmasında, merkez noktalardan biri yine Şam’ın Gûta bölgesiydi. 1925’te Fransızlar tarafından bastırılan isyan, tekrar aynı yerden uç vermişti. Bu tecrübenin gösterdiği bir şey vardı: Kapsamlı ve uzun soluklu tedavi gerektiren cılk yaralar, basit pansumanlarla kapanmıyordu.
Suriye’de düzenlenen “cumhurbaşkanlığı seçimi” tiyatrosunu ve sonrasında bizim ülkemizdeki bazı kesimlerin de aktif biçimde dâhil olduğu mülteci tartışmalarını izlerken, şunu hatırlatmayı görev biliyorum doğrusu: Halkın meşru talepleri tepeden bomba yağdırarak belki susturulabilir, ama yok edilemez. Suriye, belli bir zaman sonra yeniden infilak edecektir.
Yeni aritmetik
Müslüman dünyadan Ramazan notları
Rabin kâbusu
İmam Harun’un hatırasına…
Pretoria’da bir akşam
Joburg postası
IMF’nin eli
İslâm dünyasına nasıl bakmalı?
“İslâm dünyası”na dair…
Şeyh Rosario
“Dünyayı kadınlar yönetsin”
Arap Birliği’nin serüveni
Çerçevenin içi
Bir canpolat
Mustafa Aga ile hasbihal
Kudüs’ü adımlarken…
Asil düşman
Test sahası
Kırım’ın hafızası
Tutkal
Dr. Azzâm’la hasbihal
Çatışmanın kökleri
TMT’ye selâm
Kudüs Muhafızı
Rîf’in aslanı
Ravza’da bir Osmanlı efendisi
Aile siyaseti
Hedefsizlik
Eymen’in mektubu
Tiran’ın mücevheri
Vazifeye odaklanmak
Hafıza kaybı
Kazak raporu
Gırnata’nın düşüşü
Arsız evlat
Câhiliye
Dörtte bir
Balkanların geleceği
Begümlerin kavgası
Beyaz Saray’dan İslâm’a…
Nüfuz daralması
Delhi’de dengeler
İçeriden bakış
Her şey mümkün
Parti bitti
Müftüye darbe
Kudüs, yeniden
Neden şimdi?
Paris-Tahran hattı
Ezberler
“Kriz yok”
Kayıp Müslümanlar
Darbe kültürü
Yeşil Prens
Taciz vesaire
Râvi
Hama Kasabı
Sıla-i rahim
Hive’den Buhara’ya
Terör sarmalı
Nahda’nın krizi
Mareşal
Günah devleti
Aynı yüzler
“Şu ihtiyar…”
Yerli oryantalizm
Tehcir
Taliban ve Çin
İran’ın yeri
Mağrib’de kriz
Sözde filozof
Linç kültürü
“Kukla rejim”
Hint iklimi
Hicret…
Kabir savaşı
Muvakkitler
Bir şahitlik
Yol ayrımı
El Harîka
Şu “Suriyeliler”
“Ülke yanıyor”
Su krizi
Cibrîl’in mirası
Tarihî derinlik
Âmil Hoca’ya rahmetle…
Beş nokta
Hangi Filistin?
Hedefler net
Terfîh
Bir imkânı heba etmek
Hamas ve İran
Kralın sınavı
Kördüğüm
Azzâm’ın öyküsü
67 çocuk
O izin peşinde…
Mukâveme
Biraz dikkat ve özen yeterli
Antisemitizm?
Beş cephe
Kral çıplak
Haber-i vâhid
Asıl tehlike
Bir türbeden daha fazlası
Anlamlı tevafuk
Som altın gibi…
Oruç coğrafyası
Ayşe Banu’nun hatırlattığı…
“Fitne bitti”
Yeni sayfa
Kaçan balıklar
İki tarz
Örtülü başkan
Vicdan
Krizin odağı
Papa’nın tespihi
Yol arkadaşı
Top taçta
Defans hattı
Köprü şahsiyet
İki çocuk
Soğuk temas
Bedri’ye veda
Yemen dramı
Beş kurşun
Dünyanın İncisi
Aile kavgası
İmamın kızı
Yeni yönetim
Zîyezen
Oyunun sonu
İparhan’ın öyküsü
Ulâ Zirvesi
Nebî Mûsâ
Sessiz ve derinden
Hâfız anne
O ev…
Köpük ve posa
Philby’nin hikâyesi
Şiirin gücü
Sahra’nın batısı
Beklenen…
İhvân yok olur mu?
Mehdî’nin vedası
Karikatür
Paris’in imamı
Ömer’in serüveni
Gaz lambası
Başmüzakereci
Rutine dönüş?
Fay hatları
Fisk’in ardından
Dinî diplomasi
İkinci adam
Müftüye bomba
Ceriç nerede?
Geriye bakmak
Sophie’den Meryem’e
Bender’in mesajı
Üç kurşun
Emir’in mirası
Türkiye faktörü
Lawrence’ın evi
Yaşlı kurt
Doha’nın yeri
Mesud’un mirası
Hangi şeriat?
Laik Sudan
Aile içi meseleler
Kiryat Gat
Derin kriz
Sessiz veda
Savaş ve barış
Kaosun tarihi
Normalleşme
Beyaz ülke
Kaplan Timi
Derin çatlak
Son halka
Zor yaz
Karın ağrısı
Dünyanın merkezi
Mavi Yarasa
Aynı acı
Suçları aynı
İlim ve siyaset
Tunus düğümü
Ortak payda
55 bin kare
“Onlar adamdı”
Aynı senaryo
“Hazır ol cenge…”
Levy’ye geçmiş olsun
Hevesler ve kursaklar
Malcolm rüzgârı
Aksâ’da namaz
Katili affetmek
Gannûşî’nin serveti
Hukemâ Meclisi
Dua günü
Prensesin vedası
Kuzenin feryadı
Revaklar kimin?
Mürüvvet ehli nerde?
Sineklik Olayı
Bu böyledir
İlhak hükümeti
Öteki tarih
Baraj kapağı
“Ben bunu neden yaptım?”
Virüslü siyaset
Sakat biyografi
Kanlı elbise
Peçeden maskeye
Orduda virus
Eve dönmek
Virüsle yaşamak
Yorgun savaşçı
İmâra’nın ardından…
Zor barış
Müftüye hapis
Maskaralık
Biblo ülke
Kardeş kavgası
İdlib çağrısı
Dizi fetvası
Tarihî kin